Uzak ve Yakın Her Şey!
“Evet” dedi Muhsin “zıtlar birliktedir! Ama ya onları birbirine adeta yapıştıran kuvvet?” Cemil hiç beklemediği bir soruyla karşı karşıya, adeta donakalmıştı.
Zıtların birlikteliği, diyalektiğin temel yasalarındandı ve ta lise yıllarından tanıştığı bir kavramdı.
Neydi o günler? Ne heyecanlıydı! Hele o Zeliha’nın dolgun memeleri yok muydu? Mini etek giyerdi adeta meydan okurcasına! Sosyalizmin temel kuralları ve Zeliha adeta iç içe geçmişti. Ruh ve beyin gibi, duygu ve akıl gibi ayrılmaz ikililerin her türlüsü…
Zeliha folklorcu idi. Ve çok da çapkın… Hem Muhsin’in, hem Cemil’in acemi bakışlarını adeta istediği gibi yönetirdi.
Sanki sözleşmiş gibi her iki adam da o günlere döndüklerinde aynı anda Zeliha’yı hayal ediyorlardı.
Zira her ikisi de aynı anda “Zeliha’yı…” derken gülüştüler. O muzır gülüşün gerisinde yıllar öncesinin sıcak, sımsıcak ortak anıları vardı.
Cemil hala soruyu düşünüyordu. Gerçekten zıtları birlikte tutan kuvvet neydi?
Muhsin hiç de küçümsenecek bir adam değildi vesselam. Böyle ince fikirler her zaman ondan çıkardı. Kendisi bir marangoz ise, Muhsin tasarımcıydı sanki. İkisi de odunu yontmakla uğraşıyordu ama birisi hayalinde, birisi elinde… Her zaman çok iyi arkadaş olmuşlardı; zaman zaman ters düşseler de…
Mesela bir aralar Muhsin sosyalist olmaktan bıkmış, milliyetçi olmaya karar vermişti. Sırf Cemil’e inat, gıcıklık olsun diye. Gıcıklık etmek istemesi, Cemil’in ağzının iyi laf yapması ve lise sonda kızların tamamının onunla ilgilenmesindendi. O yıllarda milliyetçi cephe iktidardaydı; Demirel, Türkeş, Erbakan üçlüsü. Tarih kitabında Osmanlı’nın ne de şatafatlı olduğu vurgulanıyordu. Cemil her derste kalkıyor heyecanla, bunun kafatasçılık olduğundan bahisle şiddetle karşı koyuyordu. Cesurdu. Kelimeleri ustaca kullanıyordu. İnsan ruhuna inen yolu iyi biliyordu. Kızlar ki sınıfta sadece altı-yedi erkek vardı, gerisi kız, nasıl da hayranlık duyarlardı. O derslerden birinde Muhsin, “Tarih sadece objektif bilgi vermekle yetinmez,” dedi “toplumu bir arada tutan, onu ‘millet’ yapan vasfı nedeniyle coşku ve güven yaratmak gibi bir misyona da sahiptir.” diye ekledi. Tarih hocasının ciddi takdirini kazanmıştı. Gerçi hiçbir kız anlam verememişti bu çıkışa ama Cemil gıcık olmuştu ya…
Bu hatıra dile geldiğinde Cemil Muhsin’e bir şey itiraf etti. “Biliyor musun, babamı sen dövdürdün sanmıştım! Öldürmek istemiştim seni.”
“Hah işte,” dedi Muhsin, “görüyor musun sevgi ve nefret nasıl da birlikte… Şimdi soruyu tekrar soruyorum… Bunları bir arada tutan şey ne?”
Bu arada, her iki adam da ellili yaşlarında birer doktor idiler. İkisi de insan psikolojisine çok meraklıydılar. İd, ego, süperego, bilinç, bilinçdışı, önbilinç çok aşina oldukları kavramlardı. Bu kavramların da içinden geçtiği uzunca bir konuşmanın son saniyelerinde, Cemil birden lafa atladı. Önemli bir şey keşfetmişti sanki…
“Libido!” dedi. “Zıtları bir arada tutan o enerji, libidodan başkası değil!”
Muhsin’in yüzünde memnuniyet dolu bir gülümseme belirdi. Bir bahar havası vardı dışarda, güneşli. Ama gece gelecekti, hava soğuyacaktı… Ve zıtlar birlikte olmaya devam edecekti…
Birbirleri için taşıdıkları hasret ve muhabbet oldukça bu böyle gidecekti… Uzak ve yakın gibi, siyah ve beyaz gibi, net ve flu gibi… İşte öyle bir şey…
“Biliyor musun?” dedi, son söz olarak Cemil “…libido sadece insana özgü değil galiba! Ne dersin dostum, yanılıyor muyum?”
Bizi takip edin: