Ahmet Emmi
Henüz bıyıklarımız terlememişti. Atilla önde ben arkada ilerliyorduk, ancak keçi geçer bir patikada durduk. Atilla köy çocuğu idi. O yolları ezbere bilirdi. Çam ağacının köküne basıp karşıya zıplayıverdi. Benim için ne ilerlemek ne de geriye dönmek mümkündü.
Aradan zaman geçiyor, korku her yanımı sarıyordu. Dik ve derin yamaçtan aşağı bakamıyor, ilerleyemiyor, kısacası kapana sıkışmış bir küçük zavallı hayvan gibi korku içinde kaderime teslim, bekliyordum. Neyi beklediğimi bilmez haldeydim. Atilla ise bilmem kaçıncı defa köke basıp, gidip geliyordu. Beni anlıyor, bana acıyor ve fakat daha fazlasını yapamıyordu.
Ve bir an geldi her yanımdan ter boşalıverdi. Dizlerimin bağı çözüldü. Ağlıyordum. Bağırıyordum. Hayır, hayır; haykırıyordum. Ama sesimi ben bile duyamıyordum! Çaresizlik içinde, abartmıyorum, adeta ölümü bekliyordum. Atilla baktı olacak gibi değil, bir koşu uzaklaştı. “Bekle” dedi bana, “kımıldama”… Aradan ne kadar geçti hatırlamıyordum ki… Sert ve dimdik yamaçtan yukarı doğru bir adamın adeta bir kartal gibi uçarak geldiğini, ensemden beni o iri, güçlü ve nasırlı pençesiyle kavrayıp yine olanca çevikliği ile ekseninde dönüp yardan aşağıya koşarak indirdiğini unutamıyorum.
Hayatımı kurtaran adam Ahmet Emmi idi. Annemin amcası… Orman köyünün yoksul efendisi. O köyde daha buna benzer ne maceralarım var, çocukluktan kalan. Bir Ahmet Emmi olmak her babayiğidin harcı değil vesselam.
Ah o bahtsız, Ahmet Emminin oyu ile üç üniversite bitireninki bir olur mu diyen kelam.. Olmaz mı hiç? Ahmet Emmiler değil mi bu ülkeyi kuran, kurtaran… Delikli ayakkabılarıyla yamaçlardan bizleri toplayan.
Elbette üç üniversite bitirmek hiç küçümsenir mi, öte yandan. Onlar değil mi, Emmileri depresyondan, kanserden kurtaran?
Mesele şu ki, bu ikisini düşman etmek marifet değil nihayetinde, marifet el ele vermekte. Hedef, her kim olursa olsun, ister okumuş, ister ekin yolmuş; yolda kalmışlara yardım etmekte. En büyük rütbe en çok iyilik edene gitmekte…
Malum, hepsi fani, biliriz bunu her birimiz. Asıl olan, iyilik edenlerin sıcaklığını, güzelliğini, hissedip birbirimizi yoldaş bellemekte… Hadise, kendimizi aynı ipe sarılmış dağcılar gibi kabul etmekte ve insanlık yolunda, bir cesaret, ulu çınarın köküne benzeyen zamana bir zıplayıp, basıp geçip gitmekte. Koca denilen bir ömrün o kadarcıkla sona eriverdiğini bilmekte…
Son sözüm onlara, insanları insanlara üstün kılanlara… Bazılarını kafa dengi bilip kendilerine yakın sayanlara. Neyse, içime atacağım sözümü, inanıyorum ki, yukarıdaki öykü anlatıyor işin özünü…
Bu arada, sevgiyle ve saygıyla anmak isterim Ahmet Emmiyi… Kendisi için okumuş yazmışlar önemliydi gerçi ama milli ve manevi değerler önde giderdi. İşi oyuna dökenleri eninde sonunda sezinler, Allah’tan yüce bir varlık bilmezdi… Ve oyun oynayanlara tepkisinin şiddeti kestirilemezdi!
O da Hakkın rahmetine kavuştu gitti ama yaptığı iyilikler, görüldüğü gibi, sonsuzluğa intikal etti…
Bizi takip edin: