Dibe Vuranlar ve Doktorlar
Saçı başı dağılmış, gözleri kıpkırmızı, çakmak çakmaktı. Gergindi, olabilecek son noktada… Tüm bedeni zangır zangır titriyordu. Kırklı yaşların başlarındaki adam panik içindeydi. Günlerdir uyku sorunu yaşıyor, yemeden içmeden kesilmiş öyle divane bir haldeydi.
Bazı hastaların içinde bulunduğu durumu anlatmak gerçekten zordur. O da olanlardan biriydi. Neden mi zordur? Zira öyle bir halde gelirler ki, empati yapmaya zaman bulamazsınız. İvedi çözüm üretmek zorundasınızdır. Sanki onunla beraber dibe vurursunuz. Bu adeta ölmek üzere olan hastaya yardım etmeye çalışan bir anestezi-reanimasyon uzmanının haline benzer. Hastanın duygularının önünde kocaman bir ölüm kalım meselesi öyle dikiliverir. Hasta kendini size teslim etmiştir. Dedikleri gibi “önce Allah, sonra siz” varsınızdır. O düzeyde bir ilişki biçiminde empati nasıl olabilir ki? Hastayı tümüyle içselleştirirsiniz. Düşündüğünüz tek şey nefes alıp vermesidir. Evladınıza duyduğunuz ilgi ve sorumluluk neyse öyle bir hastaya duyulan ilgi ve sorumluluk da odur. Hatta onun daha ötesindedir. Zira beklentiniz, yargınız vesaire hiç bir şey yoktur. Salt dibe vurmuş bir insan vardır. Bir de siz. Yani öyle bir hal olur ki, adı empati olmaktan çıkan bir seviye belirir.
Öyle hastalarınız da olur ki onu dipten kurtarmak adına ölümü bizzat göze alırsınız. “”Kanser olayım ama kansere çare bulayım!” diyen çok meslektaşım oldu.
“Ne olur beni kurtarın!” derken sahip olduğu son enerji kırıntısını kullanıyordu. Her şeyini sahip olduğu ne varsa her şeyini teklif ediyordu. Evini, arabasını, nesi varsa işte onları… Şimdi durun ve düşünün siz hekim olsanız öyle bir anda hastanın önerdiği maddi âlemin içinde mi, yoksa bambaşka manevi bir âlemde mi olursunuz? Cevap şudur. Tüm hücrelerinize dek “kurtarmak” istersiniz. O kadar. “Kurtarmak”…
Denizde boğulmakta olan bir insana ne yaparsınız? Yolunu şaşırmış, kaybolmuş bir insana yol tarif etmek nasıl bir şeydir? Soruyorum sizce “Kurtarmak” karşılık beklenen bir şey midir? Cevap açık… Karşılık beklemeden yapılan işler vardır. İşte dibe vuranlara dost olmak da öyle bir şeydir.
Saçları tarumar genç adam da dibe vuranlardandı. “Kurtarma” dürtüsü tetiklenmişti bir kere. Ona elimden ne gelirse yapacağımı söyledikten sonra süreci, ya da bir başka ifadeyle düşündüğüm yol haritasını anlattım. İlk etapta hastalığı hakkında onu bilgilendirmekle yola koyuldum. Hastalığın, gerçi, çok korkutucu olduğunu ama asla ölümcül olmadığını anlatmaya çalıştım. Dinleyecek hali yoktu. Yine de soğukkanlı bir biçimde elinden tuttum ve gözlerinin içine bakarak “Elimizde yapılabilecek çok şey var, merak etme!” dedim.
Sonra da gerekli farmakolojik girişimlerde bulundum. Gitti. 24 saat temasa olanak tanıdım. Sadece bir kaç gün, bir kaç defa aradı. Ekstra kısa görüşmeler falan derken kısa sürede önce rahatladı sonra birkaç ay içinde dipten çıktı desem… Ve onu tıraş olmuş, gözlerinin içi gülerken saçı başı taralı görmenin mutluluğunu unutamıyorum diye eklesem bilmem anlatabilir miyim “kurtarma”nın hekimdeki karşılığını…
Bizi takip edin: