Kendi Hikâyenizi Yazın
Selam! İçimden bu kelimeyle başlamak geldi. Ve bu yazımda kendi hikâyemizi yazmanın gücünden bahsetmeye karar verdim. Zaman zaman karanlık ve zor anlarımız olsa da hayatımızın hikâyesini yazarken bu gerçeklerin bir kısmını kenara koyabiliriz. Çünkü bizim hikâyemiz, hislerimiz, arzularımız hayatlarımızın kendine özgü yolculuklarıdır.
Ben hikâyeme kendimizi sevmek konusuyla başlamak istiyorum. Kendini sevmenin önemi çoğu zaman göz ardı edilir. Oysa bu yaklaşım hayatımızın temel taşlarından biridir. Kendini sevmek, sadece duygusal bir durum değil, aynı zamanda kişisel gelişimimiz ve içsel huzurumuz için de önemlidir. Birey olarak hayatta karşımıza çıkan zorluklarla başa çıkma gücümüzü artırır. İç huzurumuzun beslenmesine de katkısı olur. İçimizdeki kabul halini geliştirdiğimizde şefkatli, merhametli, anlayışlı davranmak ve bunu başkalarına yansıtmak konusunda başarılı olabileceğimize inanıyorum. Böyle bir durumda empati yeteneğimizi de daha çok güçlendirebiliriz.
Zaman zaman sevmekle ilgili duygularımızda “Keşke yapmasaydım” gibi pişmanlık içeren yanılgılar hissedebiliriz. Oysa öyle güzel bir denge var ki bırakın hissedelim. Bunlar, iç huzurumuzun olumlu yöne gitmesine etken olan yanılgılardır. Ben kendi adıma unutamadığımız pişmanlıklarımızın hayatımıza travma şeklinde yansımasına izin vermememiz gerektiği kanaatindeyim. Oldu da yaşadıysak, o anlara takılı kaldığımız takdirde hatalar zincirinde savruluruz. Kendimizi seversek pişmanlıklarımızdan arınmakta da zorluk çekmeyiz. Kendini seven insan, kendisi gibi düşünen, yaşayan insanlar topluluğuyla birlikte yaşadığı sürece sevgi ve saygıyla yoluna devam edebilir.
Hayallerin hırsa dönüşen şekli ise zarar getirir. Hakikatin en saf ve yalın haliyle çocukların duygularında yaşandığını hepimiz gözlemlemişizdir. Torunlarıma “Şu an neyiniz olmasını isterdiniz?” diye sorduğumda aldığım “Oyuncak”, “Spor ayakkabı”, “iPad” ve “Telefon” gibi cevaplar biz yetişkinlerin çocuklara etkisini gösteriyor. Ben kendi deneyimlerimden yola çıkarak, çocukların oyuncak seçimlerinde önceliği onlara vermenin gerektiğine ve bunun çok önemli olduğuna inanıyorum. Oysa çoğu zaman çocuklar henüz doğmadan, oyuncakları kendileri keşfetmeden önce biz odalarını dolduruyoruz. Çocuklarıma gece yatarken kitap okuma alışkanlığını kazandırmak konusunda da yeterince katkım olmadı. Çalışmak, koşturmak hep birinci önceliğimdi. Bu da benim hikâyemdeki en büyük yanlışlardan biri oldu.
Diğer taraftan yaşadığım ve yaşattığım anlarla hikâyelerin en güzelini yaşıyorum. Şartlardan dolayı çocuklarıma hikâye okuyacak zaman ayıramadım ama evimizin içinde saklambaç oynarken yaşadığımız mutluluklarımız da çok değerli. Kısıtlı alanların içinde olsa dahi çok mutlu yaşadık.
Tüm hikâyeler başladığı gibi bitecek diye bir şey yok. Hayali olarak yaşamak istediğimiz hayatlara zaman zaman hangimiz sığınmıyoruz ki? Özellikle kendimle baş başa kaldığım anlarda hayallerimin erişilmez olmamasına özen gösteriyorum. Hayallerin bile fazlası, yönlendirme ve uygulamada istikrarsızlık gösterdiğinde yanlış kararlar almamıza neden olabilir.
Bir arkadaşıma “Kendi ‘hikâyeni’ yazar mısın?” diye sordum.
“Neden hikâye?” diye dönüş yaptı, “Sen biyografini yazıyorsun, benden hikâyemi yazmamı istiyorsun.”
“Yaşanmışlıklarından söz etmiyorum. Örneğin yine kendin olarak başka bir ülkede, farklı bir kültürde mi doğmak isterdin, yoksa bu topraklarda hayalini kurduğun bir yaşamı mı tercih ederdin?” diye açıkladım.
Aldığım cevap “Gerçekler beni bu kadar yoruyorken hayal kurmanın beni daha çok yıpratacağını düşünüyorum” oldu.
Bazen değiştirmek istediğimiz olayların, zamanların içine geri dönmek isteriz. Gözlerinizi kapatın ve özellikle sakin bir ortamda yaşadığınız mutlu ve mutsuz anları hissedin. Hayatınızda neleri değiştirmek istersiniz? Hangi zorlukları aşmaya hazırsınız? Ben kendi adıma üzüntülerime öncelik veriyorum. Peki, geriye dönüp baktığınızda yaşadığınız pişmanlıklar mı yoksa önünüze koyduğunuz hedeflerin yoğunluğu mu sizi daha fazla etkiliyor? Karar vermekte çok mu zorlanıyorsunuz? Bence bir engeli aşar gibi hiç düşünmeden üzerlerinden atlayın ve elinizdekilerle mutlu olabilmenin yeterliliğini o anda uygulamaya koyun.
Bu duygular eşliğinde, yapmayı sevdiğim bir işle dilediğim kadar zaman geçirmenin mutluluğunu özellikle yazı yazarken yaşıyorum. Saatler su gibi akıyor, verdiğim bazı molalar ve arada dışarı çıkışlarım haricinde -kahve molam bile çalışma odamda geçiyor- yazma ve okuma şansına sahip olmanın şükrünü yaşıyorum. Aslında her bireyin bu deneyimi yaşaması gerektiğini düşünüyorum. Zaman zaman “Neden bu kadar geç kaldım?” diye kendime kızıyorum. Gerçeği bulabilmek için içsel bir mücadele vermek şart. Eğer düşüncelerimizde hiç olumsuzluk olmasaydı, olumlu yansımaların tadını çıkaramazdık. Stres, kaygı ve hayatın bazı dönemlerinde yaşadığımız düşüşlerle mücadelelerimiz bizi güçlendiriyor. Sadece biz değil, karşılaştığımız birçok insan da kendine göre zorluklarla mücadele ediyor. Bu durumda, olumsuz düşüncelerin bile hayatlarımıza kattığı pozitif yanları göz ardı etmemeliyiz. Öncelikle bu duyguları yaşamayı kabul etmeliyiz. Önemli olan, bu duyguları yönetebilmektir. O zaman, onlardan etkilenmeme başarısını gösterebiliriz. Bastırılmış duygular ise daha yoğun bir şekilde geri döner. Örneğin stres bir süre sonra bedensel rahatsızlık olarak kendini gösterir ve yaşam kalitemizi düşürür, etrafımızdaki insanlara da olumsuz duygular yansıtırız. Yazmanın, duygu ve düşüncelerini ifade etmekte zorlanmayan biri olarak bunları kâğıda dökmenin, stresle başa çıkmak konusunda bana çok olumlu etkileri oldu.
Hepimizin hayatında değişim, dönüşüm ve yenilenme zamanları vardır. Bu süreçlerin bizlere neler yaşatabileceğini tam olarak bilemeyiz. Ben içinde bulunduğum anın güzelliğini yansıtmanın heyecanını yaşıyorum. Arada sırada ruhları ve bedenleri “rölantiye almak” insana çok iyi geliyor. Geçmişi geride bırakın, gelecekse yarından başlayarak kendi yolunu bulsun. Engel olamazsanız, sorunları çözemezseniz… Onları aşın! Hayatınızı nasıl yaşamak istiyorsanız hemen ona göre, planınızı, programınızı yapın. Bunu yaparken mümkünse sakin bir ortamda, kısık sesli bir müzik eşliğinde, benim gibi kâğıt önünüzde ya da kanepede oturup defterinizi dizlerinize yaslayarak, zaman zaman gözlerinizi kapatarak duygu ve düşüncelerinizi yazıya dökün.
Dışarıda yağmur yağdığında benim içimde ilk uyanan düşünce; yağmurun sesini duyabilmenin, damlaları görebilmenin, hissettirdiği duyguları yaşayabilmenin hepimiz için mucizevi güzellikler olduğu. Önemli olan yürümekte olduğumuz yolu anlamlı kılmak, üzerinde hakkını vererek yürümek. Her nerede yanlış yaptıysak bunları arkaya atarken bize kalanlar taşıyabileceğimiz ağırlıkta olmalı. Onları elemezsek yola çıkmaya hazır olamayız. Gücümüzü aşan ağırlıkları taşımaktan vazgeçmezsek yapmak istediklerimizin de önünü keseceğimizin farkına varmalıyız.
Yaşadığım ya da yaşayabileceğim şeylerin bir kısmını, olumlu düşünce yaklaşımıyla seçme hakkını kendimde görüyorum. Olmayacak şeyleri zorlamıyorum. Sahip olmak istediğim şeyler için bana yakınlarsa çabalıyorum. Bunu vücudumun “relax” yaşama isteği olarak kabul ediyorum.
Bedenen ve ruhen dinlenme sürelerimi çok uzun tutamıyorum. Oldukça “hiperaktif” bir yapıya sahibim. Koşturmalarımı amacıma uygun şekilde, ruhsal olarak besleneceğim tarzda düzene koyuyorum. Dünyevi çalışmalardan asla vazgeçmememiz gerekiyor. Üretmek, hayatta kalmayı besleyen en önemli unsurlardan biri. Herkesin iş imkânı olmayabiliyor, ben de amacıma uygun yardım etkinliklerine ağırlık vermeye çalışıyorum. Bireysel olarak duyduğumuz hazzın etrafımızdakilere de olumlu yansımasının getirilerini bizzat yaşayarak görüyorum.
Hayatınızı kodlamayı başarırsanız, olumsuzluklar gelse bile ruhunuzdaki etkilerini silik yaşamanıza yardımcı olur. Tükenmiş insanların gözünde siz de onlarla aynı değerde olmayın. Yaşamlar zaten tüketilmek amacıyla önümüze gelmiş değil mi? Hatalarıyla, yanlışlarıyla ve tabii ki güzellikleriyle… Kabullenmek büyüklükse, kabullenmeyen insanların arasında yer almayın.
Bu yazımı da sevdiğim bir özdeyişle bitirmek istiyorum: “Hayatınızın hikâyesini yazarken kalemi başkasının tutmasına izin vermeyin.”
Bizi takip edin: