Sevgili Kendim, Yeniden Başlıyoruz!
Ben bazı geri dönüşlerin evrendeki mucizelerine inanıyorum. Bunlar; eksik kalanların, olmazsa olmazların, tamamlanması gerekenlerin tamamlanıp mucizelere dönüşmesine vesile olurlar. Benim hastalığım da belki önceki süreci yaşarken eksik bıraktığım, yarım kalan şeyleri tamamlayabilmem için geri dönmüş olabilir. Olan bitenleri neyle örtüştürürsek sonuç olarak onu elde ederiz. Ben de bu geri dönüşü bu bakış açısıyla karşılamak istedim. Eksiklerimi görüp tamamlamak ve ileride bekleyenlere hazırlıklı olmak adına, otuz ay öncesine dayanan ve bitti gitti derken geri gelen bu sürecin bana yaşattığı duyguya verdiğim karşılıksa “Sevgili kendim, yeniden başlıyoruz!” oldu.
Duygusal anlamda ilkinde de sakindim ama yaşadığım bu ikinci süreçte, yazmaya başlamış olmamın ve tabii ki içimde pekişen inancın da etkisiyle daha sakin kalma eğilimindeyim. Burada ilk süreçte yaşadıklarımı yazmıyorum çünkü aynı şeyleri tekrar yaşıyor gibiyim. Bence en ideal yaklaşım, gerçekleri “kabul” halinde sürece başlamaktır. Burada kabul ile kabullenmek arasındaki farka dikkat çekmek isterim. Kabullenmek, bir şeyi zorunluluktan, çaresizlikten kabul etmek demektir. Ben bu yaklaşımı asla benimsemedim. Öyle yapsaydım olumlu bir yol katedemezdim. Kabul halinde ise süreç “Evet, benim bunu yaşamam gerekiyormuş. Peki, nasıl en olumlu şekilde yaşarım?” diyerek karşılanıyor. Ben ilkinde de, içinde bulunduğum ikinci süreçte de aynı duygu durumumu korumaya çalıştım. Aksi takdirde savrulup gitmiş olurdum.
Buraya kadar anlattıklarım, duygusal yaklaşımlarımın tedavi sürecime yansımalarını içeriyor. Tedavi sürecimde bu konuda hocalarımla aramızda geçen diyaloglar da olumlu yöndeydi. Ben kendimi şanslı görürken yaklaşımımdaki sakinlik ve gösterdiğim saygı konusunda da hocalarım birçok kez beni takdir ettiklerini ifade etmişlerdir.
Peki, bir insan hayatının, yaşadıklarının ne kadarını yazılarına yansıtabilir? Tabii ki istediği kadarını. Benim buradaki amacım yaşadığım süreci paylaşmak, duygusal ve bedensel anlamda yaşadıklarımın bir çerçevesini çizmek. Gerçeklerle yüzleşmek ve bundan korkmamak. Evet, ben en baştan beri iki ay sonra ne olacağının bilinmezliğini yaşıyorum ama bu bilinmezliğin gerçekliğini kabul halindeyim. Yüzde altmışa yüzde kırk oranındaki yaşama şansımı otuz aya taşırken de bence iyi bir yol katetmişim.
Bazen kendime “Aferin, iyi gidiyorsun” dediğim oluyor ve öyle de olmalı. Bu makaleye “Sevgili kendim, yeniden başlıyoruz!” başlığını yazarken de kendimde aynı gücü görüyordum. Zorlayarak yaşanan duygular, düşünceler, ne yazık ki bir süre sonra bedenlere sıkıntılar yaşatmak üzere geri dönüyorlar.
İnanç, kabul, kendine güven, sosyal ilişkiler, programlı yaşam, dengeli beslenme, yürüyüş ve spor… Bunların hepsinin tedaviye olumlu yansımaları var. Ancak spor konusunda dikkatli olmak ve abartmamak gerektiğini düşünüyorum. Ben sporu sevdiğim bir etkinlik olarak yaşamanın, bana bedenen ve ruhen daha çok katkısı olduğunu gördüm. Zaman zaman golf oynamak da benim tercih ettiğim etkinliklerden biri. Açık alan ve oksijen çok faydalı ancak içinde bulunduğum süreçte golfü biraz azaltmam gerekti, ne yazık ki tam anlamıyla oynayamıyorum. Açık alanlara çıkmam, özellikle de uzun atışlar yapmam sakıncalı olduğu için son zamanlarda daha sakin bir çalışma ortamı olan “pata” alanını kullanıyorum. Bu alanda sakin ama yine de odaklanma, muhakeme, hesaplama gerektiren atışlarla beynime olumlu etki eden bu sportif etkinliği kısıtlı da olsa devam ettiriyorum. Ayrıca oradaki özel çim alanın göz alıcı yeşilliğinin gökyüzünün mavisiyle bütünleştiğini görmek ruhuma da çok iyi geliyor.
Yaşadığımız bu hayat, her haliyle güzel. Onu daha da güzel yapan yardımlaşmak, paylaşmak gibi eylemler, her zaman benim ruhumu besleyen en önemli yaşama sebeplerimden olmuştur. Rahmetli babamın, bana verdiği harçlıkları kendimden çok başkaları için harcadığımı duyduğunda kullandığı ifadeler bizi hem güldürmüş hem de dalga konusu olmuştu. Belki, hatta eminim ki bu denli ağır bir hastalığı bu kadar rahat geçiriyor olmam, o paylaşımların dönüşüdür. Bu nedenle hiç pişman değilim. Suistimal edilmemek koşuluyla bana bir ihtiyaç yansırsa bugün de yine koşarım, aynı şeyleri yine yaşarım, yaşatırım.
Ben, birdir. Benlikler halinde yaşamanın çok zor olduğunu düşünüyorum. Benlik, içimizdeki bireyse, kendisiyle ilgili inanç ve görüşlerin aynı istikrarla yönetilmesi gerektiği kanaatindeyim. Bizler yansıttıklarımızı yaşıyoruz. O zaman da bedelini ödemek bize düşüyor. Ben bunu da geç öğrendim. Geri dönüşler bizi güçlendiriyor, büyütüyor.
Bu makaleyi yazdığım sırada ikinci sürecin başlangıcından itibaren bir ay geçmiş durumda. Tedavim devam ediyor. İlkinden farklı olarak beş haftalık radyoterapiyi üç günde aldım. Bu işleme radyocerrahi adı veriliyor. Üstüne de altı ay boyunca, yirmi sekiz gün arayla beş gün olacak şekilde hap olarak kemoterapi… Önümüzdeki ay gerçekleşecek olan MR çekimim ise çok önemli. Bu süreci yazmakta olduğum kitabıma ve Kemal Arıkan Hoca’mın web sayfası için hazırladığım yazılarıma ağırlık vererek yaşıyorum. Sosyal ilişkilerimi ve yürüyüş programlarımı aksatmadım ancak ilk iki hafta araç kullanamadım, artık onu da yapabiliyorum. Anlatmak istediğim şey ise ölümü beklememek gerektiği. Ölüm, her canlı için “yaşamsal” bir gerçek. Onu görsek de, göremesek de kapıda bekliyor. Bizler yarın ne olacağını bilmiyoruz ama hiç kimse bilmiyor. Güç; tekme tokatla değil, hayatın yaşamsal getirilerinde önümüze sunulan olumsuzluklara önce “anda kal” moduyla, sonra yüreğimizde yaşattıklarımızın doğrularıyla yaklaşırsak en büyük güç olarak bizlere gelir.
Kendi hissiyatıma, benzetmeme göre irade, beyin ile kalp arasındaki diyalogdan bütün vücuda yayılıyor. Ben de beyinle ilgili en ağır tedaviyi gören biri olarak bir ay sonrayı bilmeden bu yazıları yazabiliyorsam, “Sevgili kendim, yeniden başlıyoruz!” diyebiliyorsam daha ötesi var mı? Endişe ne? Eskiden günler çok uzundu. Şimdi ise kime sorsan günler çok kısa, çok çabuk geçiyor, hep bir endişe hali. Oysa bu süreç böyle hissetmeye neden olmamalı. Gün bugün. Yarın mı? Onu da yaşayınca görürüz.
Çok sevdiğim, saygı duyduğum hocalarımdan birinin tedavi sürecim boyunca sergilediğim davranışları, kabul ve en önemlisi sabır konusundaki duruşumu görerek yaptığı Anka Kuşu benzetmesi beni çok duygulandırdı. Araştırarak bulup okuduğum bir metni olduğu gibi buraya aktarıyorum:
“Anka Kuşu, birçok kültürde yer alan, evrensel nitelikteki mitolojik bir kuştur. Saflığı, tekâmülü, erdemi, sadakati, zarafeti temsil eder. Erişilmezlik, yücelik ve olağanüstülük gibi özelliklerin simgesidir. İnanışa göre küllerinden yeniden doğar ve yaşarken kendini baştan yaratır.”
Yapılan bu benzetmeden sonra yaşadığım hissiyat sonrasında “Evet, bazı yaşanmışlıklar yeni doğumlara vesile olur ve bazen değişmek için yeniden doğmak gerekir” diye düşündüm. Geri gelen bu süreci yeni bir doğum olarak sıfatlandırıp güzelliklerle yaşanmasını temenni ediyorum. Bu makalemi Ara Güler’in beni çok etkileyen bir sözüyle bitirmek istiyorum: “Yaşam, size verilmiş boş bir filmdir; her karesini mükemmel bir biçimde doldurmaya çalışın.”
Bizi takip edin: