Ağrı’da zamanın durduğu günler!

Zaman sonsuza dek öylece, o halde akacak ya da donup kalacak sanırsınız. Sanki her şeyin sonu gelmiş ya da hiçbir şey bitmeyecek gibi. İki uç arasında sıkışırsınız. Gençlik yıllarına özgü algılardır bunlar daha çok.
İşte o yıllarda yaşamıştım Ağrı’da, babamın ilk memuriyeti yaşadığı yerde. O Tutak’ta bir savcı, ben şehir merkezinde bir doktor. Her ikimizde yirmili yaşların başlarında…
Mecburi hizmet yeri belli olduğunda, “toz devri, buz devri, çamur devri…” diyerek gideceğim yeri özetlemişti. Gülerek ve Türkiye’de nereye gitsem benzeri bir vatansever devlet adamı ciddiyetiyle, sanki hayat yolculuğumun o aşamasında arkamdan su dökecekti!
Şehre ilk girdiğimde çamur devrindeydik. Eski evler, toprak yollar, yoksul bir kent…
Hayal kırıklığım hastaneye vardığımda daha da can yakıcı olacak, adeta burnumu sızlatacaktı.
Hastane görece yeni bir bina idi. Ağrı’nın askeri binalarından sonra hatta onlarla boy ölçüşecek kıvamda bir yenilik… Yöre halkının göz bebeği bir kurumdu hastane. Bir o kadar da ihtiyaçlar içindeydi. Öyle ki, yeni, daha önce olmayan bir EKG cihazı alınmış ve ona istinaden kardiyoloji ünitesi kurulmuştu da Kenan Evren devlet başkanı olarak odanın açılışını yapmıştı. Yani o kadar ki önemli ve bir o kadar da yokluk içindeydik.
Üç gün kesintisiz acil nöbetlerinin ardından beyazlar içinde ama güneş ve dondurucu soğuk alaşımı şehirde yeni doğan kızımla eğlenmek tek zevkimdi. Şimdi düşüyorum da aynı duyguları eşim de paylaşıyordu. O da aynı hastaneye diş hekimi olarak atanmıştı.
Kızım, ben, eşim, buz devri, güneş ve sonsuza dek sürecekmiş, hiç bitmeyecekmiş gibi gelen zamanlar.
Ama gerçek bambaşka olacaktı. Hayat denen yolculuk her saniyesi olaylarla dolu, inişli çıkışlı muhteşem bir kurguydu. Yaşanan, sona eren her anı bir sonrakinin başlangıcı olacaktı. Ve olay sadece buz, toz ve çamurdan ibaret değil ama arada ılık, yeşil esintilerle sarhoş edecekti.
Ağrı. İlk göz ağrımdı meslekte… Ne çok şey öğrenmiş, ne güzel deneyimler edinmiştim. Ta ki; apandisit ameliyatlarına, karaciğerden kist çıkarmalara, kopmuş parmak, donmuş kulak kepçesinin yerlerine takılmasına her türlü enfeksiyonun tedavisine daha nelere nelere kadar… Bu noktada sevgili Bülent Kurtul abime özel minnet duygularımla selam yollamak isterim. Hekimliğin sonuçta zekâ, dikkat, deneyim ve olağan üstü sorumluk gerektiren bir meslek olduğunu bir kez de sahada onda görmüştüm. Fakülte yıllarındaki çok değerli hocalarımızda gördüklerimize ek olarak… Bülent abi genel cerrahi duayeni idi ve başhekimimizdi. Arada, benim gençlik heyecanımla onun yönetici sorumluluğu arasında ufak didişmelerimiz olsa da sevişirdik vesselam. Ne de olsa sevgi emekti!
Geriye dönüp baktığımda neden ağlayarak gittiğim yerden ağlayarak ayrıldığımı çok iyi anlıyorum.
Halkı sevmiştim. Onlar da beni sevmiş olmalı ki aradan geçen kırk yılı aşkın zamana inat hala, hal hatır sorarlar ve muayenehaneme gelirler. Şeref verirler. Onların yöresel ifadesi ile başımın gözümün üstüne olurlar…
 
 
                             
                             
                             
                             
                             
                             
                             
                             
                             
                             
                             
                             
                            
Bizi takip edin: