Bakarsın Bulutlar Gider
Gider mi sahiden bulutlar? Yoksa her bulutta yeni bir karmaşa mı gelir? Hayatta tamamlanan ve bir daha açılmayacak bir acı var mı, yoksa her şey yeni bir soruna mı gebe? Hayatta kaybetmek de var beklemek de; kurtuluş da var, sabretmek de… Ya geçmişin izleri hiç gitmiyorsa?
Oyunda kimi zaman tebessüm ediyorsunuz, kimi zaman kahkahalarla gülüyorsunuz. İlk başlarda öyle arada kalıyorsunuz ki, ‘burada gülmeli miyim acaba?’ diyorsunuz, ‘gülsem abest kaçar mı?’ diye düşünüyorsunuz. Fakat komik. Muhafazakâr bir oyun algısıyla gittiğiniz ve o ağırlığı beklediğiniz için, sahneye yansıyan duygu şaşırtıyor. Oysa komik olan komik, acı olan acıdır. ‘Ötekileştirme’ kavramı üzerine düşünmeyi sağlayan bir durum kısacası. Kime göre öteki? Bize göre olmayan, çoğunluğa uymayan, tehdit oluşturan her şey ötekidir. Peki, biz kimiz? Nedir zararı?
“Bakarsın Bulutlar Gider” Özen Yula’nın kaleme aldığı, ötekileştirme unsuru üzerine kurulu bir oyun. Oyun her zaman ki bilindik sunumlardan ayrı. En belirgin özelliği ise, muhafazakâr bir aile yapısını sahneye taşıyor olması.
Betül; orta yaşlı, türbanlı bir hanımdır. Henüz kırklı yaşlarında intihar etmiş olan eşi ise Orhan. Orhan’ın yakın arkadaşı olduğunu öğrendiğimiz davetsiz misafir ise Kaya. Ya Kaya, Orhan’a dair şeyleri Betül’den daha iyi biliyorsa? Kimdir bu Kaya? Belki de her şey ‘kim bu Kaya?’ sorusu yolundan aydınlanır ya da cevapsız kalır. Kim bilir? Çünkü Orhan, Kaya’nın evine yakın bir yerde intihar etmiştir. Son kez de Kaya’nın kapısını çalmıştır. Üstelik çok uzun zamandır arkadaş olan iki erkeğin yakınlığından, Betül haberdar değildir. Kaya’nın adını bile duymaması ilginç değil mi?
Bu genç kadın, kocasını erken yaşta kaybetmenin yarattığı duygu değişimlerinin yaşandığı bir ev ortamında karşılıyor bizi. Kaybedilişin ardında soru işaretleri var. Belki bir cinayet, belki bir intihar… Beklenmeyen bir de misafiri var Betül’ün. Bu misafir, biraz şüpheli davranıyor. Endişeli, merak uyandıran ama sıcak biri. Hal böyle olunca da, doğallığın getirdiği bir kahkaha hali yaşanıyor. ‘‘Bakarsın Bulutlar Gider’’ de, Muhteşem Yüzyıl’dan tanıdığımız Gülfem Hatun karakterini canlandıran Selen Öztürk ile dizilerden adını sıkça duyduğumuz yetenekli oyuncu Kenan Ece yer alıyor.
Oyunun içeriği muhafazakâr bir yapıyı ele alıyor. Fakat detayında bir şey var. ‘İnsan şekilsizdir.’ İnsan, insandır nihayetinde. Yaşanan gizli saklı durumlar, baskılanmış hayat biçimleri, anlatmadıklarımız, anlatamadıklarımızla… Dolayısıyla bu durum, muhafazakâr kesim tarafından da eleştirilebilecek bir yapıdır. Kabullenme safhası…
Betül’ün kocasını kaybetmesinin ardından iki ay geçmiştir. İki ay boyunca, uyku düzeni bozulmuş; yemez, içmez olmuştur. Ne düşüneceğini bilemez haldedir. Birini kaybetmenin yarattığı travmaları az çok biliyoruz. Bir daha onu göremeyecek olmanın yarattığı derin acı, Betül de hep var olan bir duyguyu yinelemiştir; alışveriş yapma tutkusu! Kaya, Betül’e ait bir mektup getirir. Orhan’dan eşine kalan bir vasiyet gibi. Önümüzdeki sezon oyunu izlemek isteyenler olursa diye her şeyi detaylandırmayacağım, fakat belli başlı kalıplar olan, ‘insani durumlar ve ‘psikolojik yansımalar’ toplumun her yanında ortaya çıktığı için tarafsızca ele alabiliriz diye düşünüyorum. Bu bakış açımız sanat ve psikoloji temasına uzak değil kısacası.
Bu oyunda iki karakterde de gözlenen durum açıktır. Baskılanmış hayatlar…
Oyunun bize yansıyan gerçeği, kısmen Betül üzerinedir. Bu açıdan onu örneklemek yanlış olmayacaktır. İstemediği durumlara maruz kalan bir kadının, tatminini ve çareyi sürekli dışarıda, alışverişte araması gibi.
Gerekli, gereksiz televizyonda gördüğü her şeyin siparişini veren Betül, geçmişten gelen eksiklikleri doldurma telaşında gibi görünüyor. Şatafatı seviyor. ‘Dindar olmak, israflı olmamaktır.’ anlayışı da evin dekoru ile yıkılıyor. Her yanda biblolar, her yanda süsler, tablolar, şıkır şıkır nesneler yer alıyor. Burada aslında yazar, belli kalıpları yıkma düşüncesindedir. ‘Kapalı insan da alışveriş yapar, kapalı insan da müsrif olabilir. Çünkü kapalı bir insanın da zaafları, korkuları, istekleri ve tutkuları var.’ demenin bir başka göstergesidir. Karakterin bir sıkıntısı vardır ve bu yol onu dışarı atma yoludur. Freud benliğimizi Id, (ilkel yerimizdir, ihtiyaçlarımızı gidermemizi ister.) Ego (gerçekçi akılcı kısımdır, mantıklı yol bulur) ve Süper Ego (toplumsal normlar ile de sonradan öğrenilendir) diye adlandırırken, şu örnekleri söylemek yanlış olmaz.
Id der ki, susadın ve su iç! Herhangi bir su olabilir. Yeter ki ihtiyacını gider.
Ego devreye girer, sağlıklı olan suyu iç ki zarar görme, yoksa hasta olursun.
Betül burada kontrol merkezini devrede tutamıyor. Ivır zıvır ne varsa alıyor.
‘Yeter ki al! Yeter ki doy! Öfkeni dindir, üzüntünü azalt, tatminini böyle yaşa.’ diyor.
Güvenmek, en insani duygularımızdandır. Psikolojik anlamda kendimizi rahat hissederiz. Tanıdıklarla, aynı memleketten olanlarla, aynı takımı tutanlarla, aynı fikirde bulunanlarla yakınlaşmalar, hep bu güven arayışı yüzündendir. Çünkü korkular vardır ve kişinin kendini emniyet duygusuyla güvende tutması gerek. Bu oyunda da daha baştan bu güven veriliyor. Kaya eve girerken, cebinden tesbihi çıkarıyor ve şöyle devam ediyor: ‘Biz aynı topluluktanız, aynı görüşteniz, benden zarar gelmez.’ Hemen safını belli ediyor. ‘Bana güven.’ diyor. Ötekileşen tarafın en iyi örneği budur. Nihayetinde ötekileşmek, sosyoloji ve psikoloji temalıdır.
Diğer bir nokta ise, korku ve stres anında Betül’ ün verdiği tepkilerdir. Betül, zaman zaman özellikle üzgün anında histerikleşiyor. Anlamsız bir halde sayıklıyor. Bir mana aramadan, her konudan konuşabiliyor o sıra da. Sözleri bir ok gibi çıkıyor ağızdan. Susturmak imkânsızlaşıyor, sonra da bayılıyor. Konuşma ihtiyacını birçok oyunda görebiliyoruz. Özellikle uzun süre yalnız kalan insanların tipik davranışıdır. İletişim kuramamanın yarattığı yalnızlaşma hali bir nevi. Duygusal bir patlamanın yansıması da denebilir. Konuşmaya susamış halde bile olabilirler. Burada öfke kontrol bozukluğuna değinmek doğru olacaktır. Kendine ait bir suçlama ile karşılaşan Betül’ ün verdiği tepki, bir öfkenin sonucudur.
Öfke, bilindiği üzere kimi insan tarafından gürültülü bir şekilde etrafa zarar verecek biçimde dışarı atılır. Kimi insan için de bu tepki farklıdır. Yani, içine atar ve baskı altında tutar. Bu ikinci grup insanlar, öfkelerini biriktirirler. Stres, insan vücuduna girdiği zaman bir şekilde çıkacak yol arar. Tıpkı elektriğin vücuda girdikten sonra, yine bedenin bir yerinden çıkması gibi. Nihayetinde akışta kendine yol bulur. Betül bu patlamayı yaşıyor sahnede. Öfke durumunda ortaya çıkan tipik sayacağımız durumları karakterde de görmek zor olmuyor. Öfke anında kişilerde oluşan mevcut durumlardan bazıları; kan basıncının artması, kalp atışlarının hızlanması, nefes alıp vermede düzensizlik. Aşırı stres ve gerginlik sonucunda bedende kasılmaların meydana gelmesi örneği. Bunların eşliğinde karaktere özel bir durum olan bayılma da gerçekleşiyor. Bayılma, her öfke durumunda meydana gelmeyeceği gibi, altında çeşitli unsurlara da bakmak gerekiyor.
Toplum içinde iletişimsizliğin yarattığı durumlar, kişinin yaşadığı ve baskıladığı olaylar psikolojik tıkanıklığın bir sebebidir. İşte bu dengede duramama hali kişide patlamalara neden oluyordur. Keza Betül, geçmişte âşık olduğu kişiyi, bir trafik kazası sonucu kaybetmiştir. Orhan ile bu durumu unutmak için evlendiği gerçeği de ortaya çıkıyordur böylece. Karakter, bilinen üzerine Orhan ile genç yaşta evlenmiştir. Fakat unutmamak gerekir ki yine severek evlenmiştir. Orhan’dan evvel yaşanan bu travmatik durum, demek ki onun bütün ergenlik yaşamında etkin olan bir faktördü. Aynı ölüm, sonuçta, bir başka sevdiği adamı bulmuştur. Böylece baskılanan her tutku, yaşanan acı anında daha da zirve yapmaktadır. Belki daha çok yemek yemek ya da aç kalmak ya da karakterde görülen; stres anında konuşmak ve sıkça alışveriş yapmak gibi. Travma sonucunda da bu kalıntıları üzerine yapışmıştır.
Oyunda toplum için gizlenen bir mesaj var. Bu tema, sahnede olan ve sahnede olmayan karakter içinde geçerli. Örselenmek, ayıplanmak, ‘ne derler?’ korkusunun, kişinin yaşam biçiminde ne denli önem arz ettiği kısmı yani. Kişinin tercihlerini kendisi mi belirliyor, yoksa toplum normları mı?
Önemli yerlere de parmak basılmıştır. Neden açık bir oyunda değil de, muhafazakâr bir oyunda bu tip önemli sorunlar gösteriliyor? Aslında ötekileşmiş bir toplum sınıfının, mükemmel olmadığı düşüncesini yıkmak içindir. Onlar da hata yapar, onlar da aşırı alışveriş yapar, onlar da pişmanlık yaşar, hatta onların da gizledikleri şeyler var; kendilerinden bile. Zaten değinilen nokta net, insan şekilsizdir.
Oyunda önemli bir sahne oluşuyor ve iki karakter de gülmeye başlıyor. O kadar şuursuzca gülüyorlar ki bu gülüşler yaşanılan sıkıntının artık bir başka yansımasıdır. Betül orada çok net bir durumu dile getiriyor. ‘Aç şu televizyonun sesini aç, komşular dul kadın gece gece niye bu kadar kahkaha atıyor diyecekler.’
Etraf ne der? İşte süper ego da devreye giriyor böylece. Toplum normuna göre de bir dizginlenme hali.
Duygu herkeste aynı, gerisi algıdır. Ya o topluluğun dışladığı duygular?
Psikoloji ve sanatın iç içe girdiği oyunu izlemek isteyenler için, 70 dakikalık güzel bir sunumdur. Hem gerçek hayatın komedi unsurunu, hem de toplum gerçeklerini ve insan psikolojini görme durumuna şahit olacaksınız. Beklenmeyen bir sonla da her şeyi sorguladığınız, soru işaretiyle geçen bir zaman dilimi olacaktır belki. Kim bilir, belki soruların cevabı bütün insanlıkta gizlidir.
Merve Kocadüz
Tiyatro Eleştirmeni ve Dramaturg
Bizi takip edin: